douwe draaisma-bellek metaforları

ne çok sözcük var. somut, soyut, hep kullanılan, artık unutulan.. hepsi çeşit çeşit. bir de tek sözcüğe sığmayan, bazen de sığsa bile daha farklı gözükmeye ihtiyaç duyan kavramlar var. hepsinin yardımına metaforlar koşuyor. yunanca’da metapherin diye geçen ve ‘taşımak’, ‘aktarmak’ anlamına gelen bu sözcük bir dilin gelişmesindeki, zenginleşmesindeki en önemli unsur, sanıyorum ki. aristoteles poetika’sında metaforu “yabancı bir ismi soydan türe, türden soya, türden türe aktarmak aktarımlarda veya karşılaştırma yaparak, yani paralellik kurarak kullanmak” biçiminde tanımlamıştır. günümüzdeki edebiyat çalışmaları da aristoteles’in bahsettiği gibi iki nesne arasındaki paralellikler aracılığıyla yapılır. fakat metaforların kullanıldığı tek yer edebiyat değildir. mesela bilim, metaforlar olmadan anlaşılması, açıklanması oldukça güç bir hal alırdı. biyolojik bir bulguyu ele alalım: bağışıklık sisteminde belli hücrelerin patojenleri “tanıdığı” söylenir. tanımak, burada oldukça gerekli ve açıklayıcı bir metafor değil midir? şu da unutulmamalıdır ki, teori derinleştikçe metaforlar da artar.

fakat iş psikolojide metafor kullanımına geldiğinde her şey daha da zorlaşır. her zaman ortada kesin bulgular yoktur, ele aldığı konular fiziksel süreçlerden ziyade zihinsel süreçlerdir. buna karşın psikoloji adeta bir metafor okyanusu gibidir. özellikle zihin, ve daha da özelleştirirsek bellek metaforlarla dolu bir tarihin ürünüdür. draaisma belleğin bu yönünü incelemekle çok iyi yapmış..

kitabın başında freud’un “hafızama güvenmediğim zamanlar kalem kağıda başvururum.” sözü yer alıyor. yazmak bellekle yakın bir bağ içerisindedir. ingilizcedeki “memorial” sözcüğünün eskiden “hatıra” ve “yazılı kayıt” anlamına geliyor oluşu buna dair ilginç bir örnektir. platon’un balmumu tablet metaforuyla zihni açıklamak istemesine de şaşırılmamalıdır. platon’la da sınırlı kalmıyor tabii yazıyı bellekle ilişkilendirmek. ardından augustinus(1), magnus ve freud’a kadar uzanan daha bir sürü insan da bunu yapmış. kitapta giordano bruno’nun hermetizmin de etkisiyle oluşturduğu “ars memoriae” kavramı daha sonra fludd’un da ilgisini çekmiş. onun belleği algılayışı bir tiyatro sahnesinden, zihni algılayışıysa göksel varlıkların makrokozmosundan farksızdır. ardından hooke kendinden önceki fikirlerin de etkisiyle belleğe dair çok güzel görüşler ortaya atmış. (2. 3. 4.) “bir mikrokozmos olarak bellek”ten bahseder hooke. bunu yaparken çağının fizik teorilerinden çok etkilenmiştir.

kitapta carl gustav carus ve caspar david friedrich’in tablolarına hatıraların izlerinin nasıl yerleştirildiğinden bahsedilen kısım mükemmeldi.(5) carus, belleğe yeni bir metaforla tanımlayıp onu “labirent” olarak görmektedir.

bellek metaforları balmumu tabletle, yazıyla, sihirli bir tahtayla, uzayla ve labirentle de sınırlı kalmadı. teknoloji gelişti, bilgisayarların icadı bilişsel devrimi beraberinde getirdiğinde belleğe olan bakışımız da bir çeşit devrim geçirdi. sadece bilgisayar da değil, her yeni icat belleğe yeni bir bakış sağladı: fotoğraf makinesi, hologram, sinema…

dünya daima yenilenir ve beraberinde yeni metaforları getirir. belleğe dair olanlara gelirsek, yazarın da söylediği gibi, “ortaya çıkan her yeni metaforla birlikte bellek algımızın önüne farklı bir filtre takarız.”

1

2.3.4.

5

Yorum bırakın